Şubat 2014
Uzaklaşırım
bazen kendimden, kopuverir bağlarım. Yalnız kalırım, yapayalnız. Sadece
düşünceler, kaygılar, geçmiş, yaşanmamışlıklar. Acı verir her şey, fırtınada
yüzümde patlayan çılgın dalgalar gibi, ellerimi kesen yelken halatları gibi,
yıldızların dahi görünmediği gökyüzü gibi...
Kadıköy’de
çarşıda kahve içiyoruz, közde pişirilmiş. Kokusu, lezzeti gerçek,
anımsattıkları cabası. Bir şey keşfetmek, başka bir kabuğu soymak, kendimi
tanımak için çabalamak, çok keyifli, umutlu bir uğraş, bazen zorlansam da.
İzliyorum etrafı, el ele oturan gençleri, nargile içenleri, çiftleri, aileleri.
Tek başına kahve içen hiç kimse yok. Merakla dinliyorum dostumun anlattıklarını,
elinde benim kahve fincanım. Kahve falım telvenin çizdikleri mi, dostumun
içinden geçenleri algılaması mı, fark eder mi, dinliyorum…
“Elinde
kocaman bir hediye, küçük bir çocuğa almışsın, belli ki. Çok ama çok sevinecek.
Ne güzel… “
Uzatsın
istiyorum, çocuğu anlatsın. Saçları sarı mı, kısa mı, kıvırcık mı, tokası var
mı, ne giymiş, çorapları fırfırlı mı. Peki ya hediye nasıl bir şey. Benim
çocukla ilişkim nasıl, bakışım, yakınında mıyım, sevgim belli oluyor mu?
Soramıyorum, sorarsam anlar diye korkuyorum.
Bak
ne gördüm burada, diyor aniden. Bak, sen de bak, ne ilginç. Daha önce hiç görmemiştim
bu kadar renkli, bu kadar güzel heybetli bir tavus kuşu. Göstermek istiyor,
istemiyorum, anlatsın, sadece dinlemek istiyorum.
Bir
tavus kuşu, kocaman açmış kuyruğunu. Bütün şaşaası ile dolanıyor. Çevredeki her
şey durmuş sanki, bir tavus kuşu ve kuyruğunun dansı. Birden sesi hafifliyor,
sen diye devam ediyor: Dönüp bakıyorsun kuyruğuna! Gülümsüyorsun, bir
özelliğini fark ettin, onun mutluluğu . Gülüyorsun, keyiflisin, diyor. O da gülümsüyor. Gördüğüne mi, benim
mutluluğuma mı seviniyor! Belki sadece kuyruğun güzelliğinden etkilendi, önemli
mi?
Çocuğun
tavus kuşu ile ilişkisini düşünüyorum. Çocuk muyum, tavus kuşu mu? Belki her
ikisi, belki sadece bir izleyici. Anlamaya çalışıyorum, düşünüyorum. Dinleyemiyorum,
söylenenler akıp gidiyor. Kuyruğun üzerindeki gözleri düşünüyorum. Etraftakilerin
bakışları mı, yoksa benim etrafa bakışım mı bu gözler, ikisi de ürkütüyor.
Rengârenk
tüylerle bezeli kuyruğunu açıp yavaş yavaş dolanan bir tavus kuşu kendini
beğenir mi, yoksa beğenilmek mi ister sadece. Yoksa ben, bende olmayana imrendiğimden
mi bir beğeni atfederim eksiklik duygumu saklamaya çalışarak. Oysa sadece tavus
kuşu beğense kendini, yeterli olmaz mı doğaya. Milyonlarca insanın beğenmesi,
hayranlık haykırışlarının bir faydası olur mu bir tek tavus kuşuna.
Beğenilmek
mi, onaylanmak mı bitmeyen arayışım, doymayan açlığım, tükenmeyen yetersizliğim,
yoksa sadece fark edilmek mi isteğim. Bir işkencesi için işkencesi ancak
başkaları tarafından görülüp, kabullenip ve de onaylandığında mı sona erer.
Yaptığı işkence, ancak fotoğraflar başkasının eline ulaştığında mı tatmin eder?
Böyle olmasaydı, ilk insandan beri süregelen işkenceler düzenli şekilde
kaydedilip sonradan açığa çıkarılır mıydı? İşkenceci, bu kayıtların kendi sonu
olacağını bilse de değişmeyen bir hikâye bu. Bir de bu fotoğrafları eline
geçiren insanlar ne kadar çabalıyorlar bunları daha fazla insana ulaştırmak
için, her birinin işkencenin daha iyi yapılması için bir kaynak bilgi olacağını
düşünemeden. Bu görüntüleri yayınlamak, insanlık suçu denilen, belki de sadece
bir insani özelliği açıklamak mıdır, yoksa işkencecinin işkencesini tamamlaması
için aracı olmak mıdır? İnsanlar ne kadar güvensiz, bir o kadar inançsız, bu
vahşetin görüntüleri ancak farkındalık oluşturuyor, sahte mi acaba bunlar sorusunun
arkasına saklanarak olsa da. Gazetelerde, haberlerde, internette ardı ardına,
tekrar tekrar, her şeyin önünde ve sonrasında yayınlanması, elden ele gezmesi,
bir tavus kuşunun kuyruğunu kocaman açıp salınmasına benzer şekilde dolandığında
ve herkesin dikkatini çektiğinde işkenceci işini tamamlar, tatmin olur ve bir
sonraki adımına geçer her nerde her neyi planlıyorsa.
Unutmak
mümkün mü Tuol Sleng hapishanesinde ölüme götürülenlerin son anda çekilen
fotoğraflardaki bakışları? Güvenmek mümkün mü insana Diyarbakır’da yapılanları
bildikten sonra? Daha iyi yarınları ummak mümkün mü Suriye’de olanları
izlerken?
Oysa
Kadıköy’deyim, közde pişirilmiş bir kahve, ve dostumun sözleri. Fal benim.
İçimdeki o küçük çocuğa ulaşmak mı kaygılandırdı, rengârenk salınan kuyruğumdan
mı korktum? Ulaşabilmek gerçeğime, işkencecinin işkencesinin onaylanması için
çektiği işkenceye mi benziyor? Telveden taşan sözler yalnızlığıma derman
olabilir, sarışın kız çocuğu ve tavus kuşu ile beraberlik zenginleştirirdi belki...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder