28.07.2014

Mucize

                                                                   Dostum Cevdet- Şengül ve oğulları Eser - Burak’a…

“Bir çay, lütfen.” dedi kadın, etrafı izlerken.
“Karşı yoldaki mezbahayı ne zaman kaldırdılar?
“Demir fabrikası da kapanmış, çalışanlara n’oldu?” Cevap beklemeden, sorularını sürdürdü;
“Hani şurada sağda ilerde bir kavaklık vardı, ağaçlara nasıl kıydılar?
“Şu bina konfeksiyon fabrikasıydı, ne zaman kapandı?”
Çay servisi yapan çocuk, “hükümetten mi geldin be kadın, ben ne bileyim, iki yıldır çalışıyorum burada, hep aynı.” diyerek uzaklaştı. 
Ağaçlar arasında tahta masalar, tahta iskemleler. Kadın köşede, yalnız. Bekler gibi. Ocağa yakın masada birkaç adam, avuçlarında çay bardakları, sigaralarının dumanına gömülmüşler. Sonsuza kadar zamanları var sanki.
 Çitin arasından kadına doğru bir adam geliyor. “Ablam, benim. Ne kadar oldu görmeyeli. Ne iyi ettin de geldin!” Sarılıyorlar. “Cevdet, nasılsın. Çok özlemişim, çok.”  “Çok şükür iki ayağımın üzerindeyim hala” diyor adam, çaycıya el ediyor. Yürürken zorlandığı kadının gözünden kaçmıyor. Kadın çalan telefonunu sonra ararım deyip kapatıyor. “Ablam, hala bunu mu kullanıyorsun? İki numaranın doğumuna hastaneye geldiğinde elindeydi, bakmaya bile korkmuştum, uzaylı gibiydi.” dedi Cevdet. “Burak geçenlerde askerden döndü.”
 Çırak tepsiyi masanın üzerine dayadı, iki çay bardağı, kocaman bir demlik ve mis gibi bir börek. “Eser’i “Zirvedekiler” programında gördüm. Fabrikada, kesimhanede top oynadığı günler daha dün gibi.” Böreği iki parmağıyla tutup: “Sigara böreği, hem de peynirli. Bayılırım…” dedi ve ısırırken sordu: “Nasıl başladın, nasıl gelişti iş böyle. Bir şeyler duymuştum, ama hiç anlamamışım.” “Afiyet olsun Ablam, seversin böreği bilirim,” dedi ve anlatmaya başladı.
 “Sen gittin, ardından beni de attılar. Çocuklar okulda, yine ameliyat olmam gerek, Şengül çalışıyor. İşsiz güçsüz ortalardayım. Okey oynamam, kâğıttan anlamam, kahveye gitmem.  Alışveriş yapacak halim yok ya, insanları seyrederek günü akşam ediyordum. Genci, yaşlısı, aylağı, herkesin elinde bir telefon, ya konuşuyor ya yazıyorlar, benim dışında herkes meşgul anlayacağın. Gizlice izledim, dinledim, yaklaşıp ekranlarını bile okudum. Sağlığım kötüydü, keyfim hiç yoktu. O kadar ciddi sorunum varken, sanki tek derdim yalnızlık. Ne arayanım vardı, ne de arayabildiğim”
 Sesi titredi, yüzü acıdı. Kadın gözlerini Cevdet’in yüzüne dikmiş, dinliyordu. Lokmasını yutunca: “Doğru söyle! Burada böyle güzelini yapamazlar? Bunca iş güç arasında bir de börek mi yaptırdın Şengül’e?”
“Ablam, üzülme sen, nasılsa bir iki tane Eser’e saklamıştır.”
 Cevdet’in sesi şenlendi, gözleri parıldadı. Böreğin, Şengül’ün araya girmesini istemedi, söze devam etti:
“Gözüme genç bir adam çarptı. Asık yüzlü, huzursuz, telefonsuz biri, her gün farklı bir laci takım elbise, hep pırıl pırıl ayakkabılar. En kocaman camlı binaya giriyordu, telefonsuz olmasının nedeni para olamazdı. Birkaç gün sonra kol saatini görebilmek için yaklaştım, aniden dönünce çarpıştık, yere kapaklandım. Ne yapacağını şaşırdı, üzüldü. Bana verdiği hediyenin daha ikimizde farkında değildik.”
 “Ya bırak hediyeyi. Sana bir şey oldu mu? Kötü mü düştün? Bacağın?”
 “Yok Ablam, adam genç kuvvetli, dönünce çarptı, boş duruyormuşum, düştüm. Bir şey olmadı! Tolga Bey’den kurtulmak için çaresiz aramasına izin verdim. Telefonumu çaldırdı, ayrıldık. Elindekini hiç görmemiştim, çok akıllı olmalıydı. Günlerce aradı, sordu”
 ‘İnsan gibi insanmış.”
 “ Her seferinde şaşırdım, yine mi? Bir şeyim yok dedikçe, aramaya devam etti. İyi olmamı istemiyor, sandım. Sonra utandım. Adamı anlamaya karar verdim, buluştuk, bir çay, ardından bir de rakı balık. Dert belli, yalnızlık, kimsesizlik! O akşam daha iyiydim sanki Tolga bey’de yalnız,  dediğimi hatırlıyorum. Her seferinde, ”Sen de ara lütfen” dedi.
 “Aradın mı hiç?”
Bir kere, toplantıdaymış. Kapatmak istedim, o anlattı, uzattıkça uzattı. Altıda serbest kalacağım, ben ararım dedi”
“Allah Allah, derdi neymiş. Aradı mı sonra?”
 Ablam, toplantıda bizim aramızda konuşmamıza bile izin vermezdin, koskoca binadaki laci takım elbiseli adam toplantı sırasında benimle konuştu, hem de uzun uzun. Saat tam altıda aramaz mı?  Toplantıyı, bütün ayrıntıları anlattı, o kadının elbisesini bile. Yürüdüğünü, binadan çıktığını, arabasına bindiğini, trafiği duyuyordum. Park ederken kapattık.
Sabaha kadar düşündüm durdum, ne demek bu diye, sonunda çözdüm. Sabahın köründe binanın önündeydim, gelinceye kadar bekledim. Tolga Bey yine çok şıktı, yaklaştım, projemi açıkladım.
  
İstediği kadar arayıp istediği süre konuşabilecekti, her dakikası 1 kontur.
İstediği kadar arama talep edebilecekti, her arama 3 kontur.
Her yazdığı SMS’e cevap yazacaktım, her SMS 3 kontur.
1 hafta deneme.”

“Hımm, anladı mı, şaşırmıştır, ne dedi?”
“Ablam, adam hemen kabul etti, denemeye gerek yok dedi, cepdaş olduk. Para kazanmak aklımın ucundan bile geçmemişti. Çok sevindim. Arka cebimdeki anlamsız ağırlık, amacım oluverdi. Nefesim kadar hayatımın parçası.
 “Eser nasıl karşıladı? Ya Burak?”
“Eser, Balıkesir’de üniversiteye yeni başlamıştı. Haberleşme diye bir şey. Burak daha lisedeydi. Önceleri çocuklarla konuşmadım, ne anlatacağımı da bilemiyordum zaten. Sık telefon etmeye başlayınca, Eser şüphelendi, dardayız ya, mecburen anlattım. Tolga Bey ve ofisten iki arkadaşı bile beni aşıyordu. SMS yaz, ara, bir konuş, beş dinle, Facebook’ta beğen. Bitemeyen günlerim yetmez olmuştu. Eser tatile geldiğinde, koşuşturmalarımdan bir iş yarattı.”
 “Helal Eser’e, ne de olsa sizin eseriniz. “Girişimcilik Ödülü” konuşmasında, projenin senin olduğunu öyle gururla anlattı ki. Gözlerim doldu, heyecandan, işte bu diye bağırmışım.”
 “Ablam, ya biz konfeksiyoncuyuz sanıyorduk. Pastal atıp, düğme dikiyorduk. Neler öğretmişsin bize, biz de öğrenmişiz hani. İşe yaramıyoruz diye işten attılar, hiçbirimiz hak etmedi. Her kapanan kapının ardında bir kapı açılırmış, derler, ne doğru! Arada, iyi ki atıldık diye kutladığımız bile oldu. Gelecek kutlamamıza sende katıl Ablam, güzel bir sürpriz olur. Biz dürüstlüğü ve çalışmayı öğrenmişiz. Ha bir de, saygıyı. Altından kalkamayacağımız iş olamaz dedik her sıkıştığımızda.”
 “Canımsın sen benim. Daha Şişli’deydik sen geldiğinde, ben de başlayalı 15 gün olmamıştı. Hep beraberdik. Anlatsana, kim biz dediklerin? ”
 “ Ablam, nerdeyse tüm arkadaşlar katıldı aramıza. Artık organizeyiz, sevkiyat bölümü satış ve müşteri hizmetlerini götürüyorlar, çağrı merkezinin kontrolü ilik düğmecilerde, kesimhane olduğu gibi planlamacı, Ercan usta ve benim oğlanlar projelerde. Çok iyi bir takımız anlayacağın. İş büyüdü ya, artık biz azınlıkta kaldık.”

Börekler çoktan bitmişti. Demlik boşalınca Cevdet çaycı çocuğa el etti ve etraf anında temizlendi. Cevdet’in geçtiği çitin arasından iki kişi geliyordu. Laci takım elbiseli genç bir adam, yanında yakışıklı spor giyinmiş bir delikanlı. Kadının gözleri ön kapıdaki adama takıldı. “Eser, değil mi?” Cevdet başıyla onaylarken, “Ben Burak” dedi delikanlı. Eser’in küçüğü, artık ben de yeteri kadar büyüdüm” dedi gülerek. Dönüp Tolga Beyi tanıştırdı. “Dış ilişkilerden sorumlu genel müdürümüz”.
 Masalar birleşti. Taze çaylar geldi. Herkesin gözü Cevdet’te, sözü açmalıydı. Kadın Cevdet’le Burak’ın arasındaydı, pür dikkat.
 “Ablam, bakma öyle. Ortalarda konuşmayı pek beceremem, hele senin önünde. Bizimkileri çağırdım, onlar yaptıklarımızı, yapacaklarımızı anlatacaklar. İster dinler, ister kesersin. Hadi çocuklar.”
 “Abi,” dedi Burak Eser’e bakarak. “Senin hikâyeni ben anlatayım mı?”, onay beklemeden başladı. “Ablam, anamla babamın ablasısın ya, abim küçükken arkandan Ablam dermiş, adın sanırmış. Seni Ablam diye anlattılar hep, izin ver de biz de sana Ablam diyelim” Kadın gözlüğünün buğulanmasını saklamak istercesine, Tolga Bey’e döndü, “Projelerinizi dinlemek isterim” diyerek konuyu değiştirdi.
 Tolga Bey muzipçe “Ablam” diyerek söze girdi. “Çok çalıştık, fizibilite, pazar araştırması, anketler. Artık düğmeye bastık. İlk yurtdışı projemiz bu, iyi hazırlandık, şimdilik sonuçlar beklentilerimizin ötesinde. 4 ayda, ilk yıl hedefimize ulaştık. Uzaklar Yanımızda Paketi! Gittiğin ülkede, istediğini, ihtiyacını bu paketinle Türkçe alıyorsun, üstüne üstelik canlı bağlantılarla. Arkadaşlık bile mümkün!” Burak araya girdi “Dünyanın her köşesinde Türk varmış.”
 Eser, sakin ve ciddi. Uzaklar Yanımızda paketi şimdilik 39 ülkede, 67 şehirde geçerli, yakında % 40 daha genişleyeceğiz. Bir de “GP” paketimiz var, acayip satıyoruz. “
 “GP” de neyin nesi diye sordu kadın.
“Ablam, GP Görünürlük Paketi. Beğenilmeyenleri, paylaşılmayanları, söyleyecek sözü olmayanları görünür kılıyoruz. Herkesin mutluluğu, bizi mutlu ediyor.”
 “Hiç anlamadım? Kim kimi nasıl beğeniyor ki? Görünmek niye?” Burak dayanamadı,
“Ablam herkes senin gibi olsa, biz aç kalırız. Hani mesajını ne kadar çok kişi beğenirse o kadar fark ediliyorsun ya, herkesin derdi görünmek ya.” Eser bakınca sustu. “Bizim paketi alırsan, istediğin sıklıkta kapak resmini, profil resmini değiştiriyoruz. İstersen Mevlana’dan özlü sözler yayınlıyoruz, ya da Osho’dan, resimli de olabilir. İngilizce, Türkçe ya da istediğin bir başka dil de. Anında “beğen”iyoruz ve de “paylaşıyoruz. İstersen özgün şiirler, öyküler yazıyoruz seninmiş gibi, istersen resim bile çiziyoruz imzanla. Kişiye özeliz biz, Ablam. Görünür kılıyor, mutlu ediyoruz.”
 “Cevdet, ben eskilerde kalmışım, fermuar, düğme bilirim. Ne beğen, ne paylaş, dünyama girememiş. İnsanları anlamıyordum, tanımladığınız ihtiyacı ise çok iyi hissettim. Tam da bu işte, denecek şey yaptığınız. Şaşırttınız beni, nerdeyse GP alsam mı diye düşündüm, dinlerken. Yeni şeyler var mı yolda?”
 “Babam Tarsus’ta da çalışmıştı. Fabrikada çalışanlarla ilişkimiz hep vardı. Kadro hazır, eğitimi bitirdik, yakında çağrı merkezimizi oraya taşıyacağız. Dünyaya oradan açılmak daha kolay olacak. Tolga Abi’yi de ikna ettik, o Artvin istiyordu. Haftaya Tarsus başlıyor. Sonbaharda gidelim mi, Şelale’de yemek de yeriz, ne dersin Ablam?”

“Yeter çocuklar, çok yordunuz Ablamı. Artık toplanalım. Şengül geç kalırsak kızar. Beyaz pilav yedireceğim, Ablamı alıp gelin dedi. Onun sözünden çıkamam. Hadi, gidiyoruz.”
Önce Burak fırladı. “Annem bekletilemez”, Tolga, “arabayı getiriyorum” dedi. Burak babasının koluna girdi, çit yolu daha kısaydı. Eser, fısıldayarak, “Ablam, yarın babam ameliyat olacak yeniden, bu sefer yeni bir yöntem deneyeceklermiş. Elimizden bir şey gelmiyor ki. Seninle akşamı daha keyifli geçireceğiz, Allah razı olsun. Konuşamıyoruz biz, ama belki seninle konuşmak ister. Dinle be Ablam.”
 “Tamam. Bir ara sessizleşti ya, şüphelendim, derdi var da saklamaya çalışıyor gibi geldi. Zor yürüdüğünü fark ettim, otururken de rahat edemedi. İstemez diye soramadım, sonra sizler gelince, hiç olmadı. Eski sorun, değil mi? Ne çok ameliyat geçirdi, sayısını unuttum. İyi şeyler düşünelim, Cevdet güçlüdür, bu da geçecek. Umut kesilmez. Ananı ara, bir şeye ihtiyacı var mı, soruver”
  “Cevdet, ben yolu bulamam, sen benimle gelir misin?” Kadın anahtarı Cevdet’e uzattı. Eskiden olduğu gibi, sağ ön koltuğa doğru ilerledi. Arabaya binerken Eser’e göz kırptı.
 “Kullanırım, kullanabilirim. İzin vermiyor sıpalar artık, doktorlardan güç alıyorlar. Göstereceğim onlara, nasıl kullanabildiğimi. Hadi Ablam, gidiyoruz. Bağla kemerini.”
 “Tamam, dikkatli kullan, araba eskidi artık.”
 “İş, projeler, gazeteler, ödüller, hepsi iyi hoş. Ne bitmez dertmiş bu. Korkmuyorum, Ablam, artık bal gibi korkuyorum. Yapacak bir şey kalmadı galiba. İş herkese bakar, gözüm arkada kalmaz, ama.
Bir mucize oldu, bu iş doğdu gelişti. Bir mucize daha vurur mu bana? Hem de yarın için gerekli bir mucize, ne dersin Ablam?”
 “Cevdet, arabamı alıp Alibeyköy Deresine uçtuğun günü hatırlıyor musun? Geç kalmıştım, gitmek istiyordum, gelmedin diye çok kızmıştım. Sense derenin sularında debeleniyormuşsun. Burnun bile kanamadan çıkmıştın arabadan. Bir mucizeydi. Hadi dereden çıktığın o yere gidelim önce, pilav bizi bekler.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder