YALNIZLIĞIN ÇIĞLIĞI
Şubat 2012
Beyazın beyaza tutsaklığından kurtulmayı istemediler.
Sabah daha çok sabahtı. Güneş renklerini,
ısısını daha ulaştırmamıştı. O dimdik oturuyordu. Sarıydı saçları, simsiyah,
kocamandı saçlarındaki dalgaları, bukle bukle, ateş gibi parlıyordu gözleri, mavi,
siyah, yeşil, sarı. Aydınlanıyordu gün, aydınlanacaktı dünya.
Doluydu düşünceleriyle, ruhunu
yansıtırcasına. Yoğunluk zenginliği, karmaşa yaratıcılığıydı. Resimleri bir
öbek, yazacakları daha büyük bir öbek, sarmalanmıştı bedeni. Okuyacakları pırıl
pırıldı, daha el sürülmemiş, sarmalanmıştı ruhu. Karanfil saksısı başköşedeydi.
Resim kâğıdı beyaz, gökkuşağı renklerine ve
siyah, gri, beje boyayacağı yapraklar darmadağınıktı, yaramaz;
Beyaz umut,
Yazı kâğıdı beyaz, yazılacak sözcükler bulutların gölgesindeydi, özgür,
Beyaz tutku,
Resmederse renkleri,
Yazarsa sözcükleri,
Tutsak eder miyim beyazı diye düşündü…
Beyaz umut,
Yazı kâğıdı beyaz, yazılacak sözcükler bulutların gölgesindeydi, özgür,
Beyaz tutku,
Resmederse renkleri,
Yazarsa sözcükleri,
Tutsak eder miyim beyazı diye düşündü…
Güneş ışınlarını bekliyordu. Bedeni
aydınlanacak, karanfil ısınacaktı. O zaman çizerdi dağları, çiçekleri, bulutları.
Sisi nasıl canlandıracağını bilemedi, gülümsedi. Tren istasyonunun keşmekeşini,
Laz böreğinin dumanını, simidin susam kokusunu canlandırabilse sözcükleriyle,
hafifleyecek, rahatlayacaktı. Hayal etmeyi sürdürdü.
Güneş doğdu sonra, dünün yükünü, yarının kaygısını
taşımadan, sadece bugün için, akşama doğru çekip gideceğini bilerek. Günlük
işler, sorunlar, koşuşturmalar, zorluklar kapladı, ne hayaller kaldı, ne
hafiflik. Beyaz kirlendi.
İnanıyordu, biliyordu, şairin her sabah göğü
maviye boyadığı gibi, o da boyayacaktı beyazı beyaza. Yoruldu ayakları, şişti
bilekleri. Taşımak zordu bedenini, inmek çıkmak merdivenleri, inememek
çıkamamak zamanın basamaklarını.
Ne Nazım, ne Mandela, ne Rabia Kader
Belki hem Nazım, hem Mandela, hem Rabia Kader.
Belki hem Nazım, hem Mandela, hem Rabia Kader.
Tutsaktılar düşüncelerine, inançlarına
Tutsaklıkları bayrak oldu ruhlarına,
Tutsaklıkları yol oldu kardeşlerine, çocuklarına, eşlerine
Beyazdılar gelinlik kadar
Beyazdılar yeni doğan bebeğin zıbını kadar
Beyazdılar ninemin başörtüsü kadar
Beyazdılar kefen kadar.
Tutsaklıkları bayrak oldu ruhlarına,
Tutsaklıkları yol oldu kardeşlerine, çocuklarına, eşlerine
Beyazdılar gelinlik kadar
Beyazdılar yeni doğan bebeğin zıbını kadar
Beyazdılar ninemin başörtüsü kadar
Beyazdılar kefen kadar.
Çok değil, bir iki saat önce bembeyazdı
önündeki kâğıt, nasıl buluşmuştu bu sözcüklerle çıkaramadı. Masasından kalktı, kitaplığında
Nazım’a sarıldı, Mandela’yla selamlaştı ve Rabia Kader’le bakışmaları yetti
birbirlerini anlamaya. Sade, içten bir Merhaba yolladı evrene.
Tüm o zorluklar, yaşananlar ve de yaratılanlar
aktı düşüncelerinde. Tutkuları galip gelmişti, kendileri galip olmasalar da. Onları
tutsak etmeye çalışanlar, aslında kendilerini tutsak ettiklerini anladılar mı
acaba? Hiçbir insanın, eğer kendi istemezse tutsak alınamayacağını söylemiyor
muydu Victor E Frankl. Yaşamları gününü ışıttı. Kitapların sayfalarının arasına
sığındı, onların aşklarının, aşklarına tutsaklıklarının yarattıklarının
özgürlüğünü hissetti damarlarında. Gülümsedi.
Pencereyi açtı. Gri bir gündü, soğuk, ıslak. Dünkü
o telefon konuşmasından sonra o da gri, soğuk ve ıslaktı. Havayı derin derin
içine çekti, gülümsedi, biraz daha gülümsedi. Kahkahalarla güldüğüne inanamadı.
Daha çok güldü. Karaların tutsağı olmayacaktı artık, seçimini beyazdan yana yaptı.
18 Temmuz 2013 Ortaköy
18 Temmuz 2013 Ortaköy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder