Temmuz 2015
İstanbul’da yaşıyordu. Geçmişinde başka bir
yer yoktu, ruhunda gurbetin izleri olsa da daha fark etmemişti.
İstanbul’da yaşıyordu. Geçmişinde başka
şehirler, ruhunda gurbetin hası vardı.
İstanbul’daydılar, karşılık oturuyordular,
tek masanın iki uzak ucunda, ya da masanın iki ucunda kendilerinden
uzaktaydılar. Elleri, her birinin iki elinin birbirine uzaklığından daha yakındaydı
masanın üzerinde. Biri ötekiydi, diğeri de berikine göre ötekiydi. Biri kadın,
diğeri erkek, biri sarışın, biri kumraldı, biri buralı, diğeri dışarlıklıydı.
Geçmişleri farklıydı, gelecekleri nasıl farklı olmayacaktı. Ruhları farklıydı,
yarınları nasıl benzeşecekti. İstanbul’da bir masada oturuyordular, İstanbul
kadar derin, İstanbul kadar eski, İstanbul kadar heyecan vericiydiler. Biri
karşısındakinin ellerine bakıyordu, diğer berikinin gözlerine. Gözlerinde
kendini izliyordu, yaptıklarını, sahip olduklarını, başarılarını, başkalarının
değerlendirmelerini. Baktıkça bakıyor, geçmişini zenginleştiriyordu. Oysa o
eller içini kıpırdatıyor, parmakların her hareketi bulutlara ulaştırıyordu. Yıllardır
bu elleri beklemişti, yarını zenginleşecekti.
Gecenin
derinliğinde halıda ses çıkarmak istemez şekilde süzülerek gelen iki kişi
arkadaki masaysa kondular. Aşkım, dedi erkek! Canım, dedi kadın! Sonra erkek,
canım dedi. Kadın düşünmeden hemen aşkım, diye cevapladı. Uzun ve derin
paylaştılar birlikteliklerini.
Boğaz akıyordu. Durmaksızın akıyor, eski
zamanlardan yarınlara, birilerinden berikilere, kadınlardan erkeklere,
sarışınlardan kumrallar. İstanbul değişiyordu, dönüşüyordu. Eskiler Boğaz’ın
sularına karışıyor, yenilikler kıyılara vuruyordu. Kadının erkeğe kavuşma,
erkeğin kadına ulaşma arzusu değişmiyordu. Ayrılıklar, terk edilişler,
umutsuzluklar Boğaz sularına karışıyor, ancak hiç yok olmuyorlardı.
Ellerin yolu, gözlerin özlemiyle çakışamadı. Hayatın
yolu, insanların yolculuğuna yol olamadığında, güneş daha yakıcı olur, ayın
şavkı daha parlak, dip dalgaları daha çılgın, sular daha soğuk olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder