Kasım 2015
Devasa bir şehirde yaşadım, yaşıyorum.
Kocaman bir balon taşıdım, taşıyorum; boşluk dolu. Bazen çok ağır, bazen daha
turuncu. Masanın altına saklandım, balonumu korumak için. Uçuracak kadar
büyüdüğünde, ölümüne korktum uzaklaşıp gitmekten. Boşluğu anlamak, öğrenmek,
boşlukla yaşayabilmek için çöle gitmek zorundaydım, çölün boşluk olduğunu
sanarak. Boşluğuyla yüzleşmeden, insan tamamlanabilir mi acaba. Boşluklarını
fark edemeden iki insan, yan yana gelebilir mi? Nasıl doldurabilir, ya da
doldurulabilir mi hiç. Sözcükler arasındaki boşluk, insanlarınkine; iki buluşma
arasındaki boşluk, binalar arasındakine benzer mi? Ya düşünceler, boşluk
olmazsa aralarında sürdürülebilir mi? Taşıyabilmek için, boşluğa sahip olmak
gerekirmiş. Şehirdeki boşluklara el koydular, zenginleştiler. Sözcüklerin
boşluğunun peşine düştüler, güçlenmek sanarak.
Boşluk kalmadı, zemin çölleşti, sandım,
üzüldüm, çölde yaşam oluğunu bilemeden. Boşluğu taşıyabildiğimde, ya da
kabullendiğimde, çölleşmenin ne kadar zenginleştirdiğini bilemedim.
Denedim, devasa şehirdeki kendi inimi ve de kocaman
boşluk balonumu çöle dönüştürmeyi denedim. Kurallardan, tanımlamalardan,
kısıtlardan kurtuldukça, vahalara ulaştım, renkli, keyifli odaklara, zevkli özgürlüklere.
Şehir vahşi, kalabalık, acımasız. Çölün yenilmesi,
şehrin gücüne dayanamama olasılığı ürkütüyor. Kaçıp gitmek, uzaklara ya da
kendimden, boşluğu kurtarabilir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder