Haziran 2013
Oturuyorum. Oturuyor. Boğaz’da bir çay bahçesi, köprü
altında bir balıkçı, Ada, belki Karadeniz’de bir köy. Yan yana oturuyoruz, oysa
karşı karşıya oturmak büyü yaratır diye öğretilir. Yan yana olmak, yan yana
yürümek, hesapsızca konuşmak, aynı hayali kurmak, öylesine, sınırsız yan yana
yaşamak. Yıldızlar kadar uzak.
Teknenin zeminine dayayıp göğe tırmanmak için uzun bir
merdiven hayal ederdim. Akdeniz gecelerinde denizin ortasında ıssız, sessiz,
kıpırtısız koyda ulaşmak kolay gelirdi o laciverdi gök kubbeye. Yıldızlarda
yapayalnız olmak, özgürleşmek, kendimi var edebilmek. Şehir ortasında bir
apartman, şehrin kıyısında bir fabrika. Yıldızlar kadar
uzak.
Kan bağına dayananlar, yıllar ötesinden gelenler,
yürekten yüreğe ulaşanlar, yakındaki uzaklar, uzaktaki yakınlar, daha
kavuşamadıklarım, hala ayrılamadıklarım, kaderim sandıklarım ve kaderim olmasını
istediklerim. Yıldızlar kadar çok, yıldırlar kadar
yalnız.
Geçmişin âna karışması, ânda yaşanan geçmiş, boşluk.
Yaşam, bir yıldızın kayması sanki, yarının hayali, geçmişin sorgulanması.
Sabahın ilk ışıklarında, ya da Boğaz’a ayın şavkı vurunca, boşuna ararsın
yıldızını beraberce kayıp gidebilmek için. Gökyüzü, sözcükler, ne de sessizlik,
omuzdaki yükleri hafifletebilir mi, yürek yaralarını sarabilir mi? Kanar her
kesik, kanar her yara acır her yanın, hatta bilmediklerin bile. Yıldızlar kadar
çok.
Oturuyorum, oturuyor. Oturuyoruz. Ben o değilim, o yok!
Bir çare, kaçıp kaybolmak, yok olup boş saymaktan başka bir yol. Destanların
gerçek, gerçeklerin hikâye olduğu, kabullenenlerin bol, renklerin tutku,
çelişkilerin, hoşgörünün hüküm sürdüğü turuncu yıldıza ulaşan yo aradığım. Kendi
hikâyemin kahramanına, özüne, rengine varan yol. Yıldızlar kadar
uzak
Gidiyorum, kendimi de yanıma alarak. İçimde umut! Umudum
turuncu! Yıldızlar içimde.
Yıldızlara doğru…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder