22.03.2015

Oya


Çözülme
Ocak 2011

gözlerim açılmıyor, sadece kaşlarımı ve dilimi oynatabiliyorum. neredeyim, ne oldu. kollarım, ya bacaklarım; hiçbir şey hissetmiyorum. saatim kolumda mı peki, ya yüzüğüm, babamın anısı,  kaybolursa ölürüm. öldüm mü yoksa. biraz önce karımla kol kola, kırmızı halının üzerinde yürüyorduk. siyah dar pantolonun yanlarında gri şeritler vardı, elinde kocaman fotoğraf makinesi, makinesinden çok daha büyük bir tepe flaşıyla bizi izliyordu, böyle yerlere hiç alışık değilim, hiç de sevmem, Betül isteyince hayır diyemedim. flaş patladıkça gözlerim kamaştı, kocaman bir karanlık, sağır edecek bir patlama, ne uğruna… kör mü oldum, üstüne üstlük kıpırdayamıyorum hiç. Betül nerede, ben neredeyim.
“İmkânsız olanı düşlemek
Yenilmez olan düşmanla savaşmak
En dayanılmaz kedere dayanmak
sağ bileğimi yokluyorum, saat yok, biraz daha yukarı, yok. sağlık olsun diyecekken alışkanlıkla, sağlık ve bütün bunlar. ya yüzük, babamın yüzüğü.

uzaktan Betül’ün sesi geliyor, kapıların ardında, yaklaşıyor mu uzaklaşıyor mu, kendi sesim bile bana ulaşamıyor. ne diyor anlamıyorum. mutfaktan benim anlayamadığım bir şeyler anlatır ya hep, öyle bir şey. nerdeyim diye bir çığlık, benim sesim mi bu. güzel bir şey kokuyor, otelde miyim acaba, gözümü açabilsem. sağ elime değen satene benziyor, sol elimi uzatıyorum, boşluk. nefesimin gürültüsü patlayan bir amfi gibi. korkuyorum. sağ elimi biraz daha uzatsam, Betül’e ulaşacağım, ya yoksa, hareket edemiyorum. soğuk, klima açık kalmış, Betül nefret eder, sıcaktan gebersem yine klimayı açmama izin vermez ki. biraz anlayışlı olsa, sadece kendi istediği olacak.
“En cesurun bile gidemeyeceği yere koşmak
Erişilemez yıldıza erişmek”
kollarımı açıyorum, yatak büyük, ortadayım ve yapayalnız. biliyorum, beynimde tekrarlanan dizeler Mançalı Şövalyenin. ben de Şövalyeyim, evimin şövalyesi. sona mı geldim, onun gibi. buraya kadar mı, sona gelmek mi, öncesinin yaşanmamışlığı mı bu korkunun nedeni.
Sanço’nun sesi bu, tamam kalkacağım, giyinip kuşanıp keşfe çıkacağım. geliyorum Sanço….nerdeyse karanlık, güneş bulutların ardına saklanmış, dizlerimi kırıp sola dönüyorum, gözlerimi açıyorum, bir duvar, bembeyaz. öylesine bir tavan. hafifçe doğruluyorum, cam kapı yere kadar. yatağın kenarına oturuyorum, iki kişilik bir yatak, çarşaf buruşuk ve uçuk lila saten bir nevresim, başka renk mi kalmamış dünyada. tuvalete yalınayak gidiyorum, aynaya bakamıyorum. oldum olası sevmedim aynaları, ama şimdi farklı, korkuyorum, her şey o kadar acayip ki.
aynayı ellerimle buldum, sonra gözlerimi açıyorum. bildiğim yüz, saçmalama, ne yani aynada başka biri mi olacaktı, aylarca bakamamıştım aynaya, paramparça hissediyordum, sonunda unutturmuştum kendimi kendime. Betül ile tanıştıktan sonra, bir kere anlat beni bana demiştim, çok ürkmüştü. ya o zaman terk etseydi delisin sen deyip. parmaklarımı dudaklarıma değdiriyorum, nemli ve çatlak, neredeydim, neden çatlak dudaklarım. yüzümün tamamında gezdiriyorum parmaklarımı, ağır ağır, her noktayı hücremi hissederek, alnıma, şakaklarıma, boynuma bastırıyorum, ne bir acı, ne bir vuruk, ne bir kızarıklık. biraz rahatladım mı, yok bilinmezlik daha kötü, bir anlayabilsem… bir bavulum, hiç olmazsa bir çantam yok mu, bana ait bir şey, param, kimliğim, kredi kartlarım,  cep telefonumu ve tabletimi boşuna aradığımı bilsem de bakınıyorum, kapının arkası, yatağın altı, bomboş, delilik mi bu, ölüm mü. rüyada mıyım, burası neresi, günlerden ne. ben kimim, ben ben miyim, çok saçma gelse de, yine tekrarladım kendimi kendime, yavaşça, tane tane ve de yüksek sesle:
Adnan Uçal
Endüstri Yüksek Mühendisi
PKEM Danışmanlık Şirketi Projelerden Sorumlu Genel Müdür
İngilizce – Almanca - Türkçe konuşur
Evli.
“ne kadar umutsuz, ne kadar uzak olursa olsun
saatim yok. alyansım da, şaşırmadım, düşürüp hep buldum ya, bulurum yine. başım dönüyor, midem bulanıyor, kötüyüm, gözlerim kararıyor, ayakta duramıyorum. yavaşça duvara yaslanıyorum, kayarak yere düşüyorum. parmağımda yüzük yok mu. kontrol ediyorum, tek tek. avucumun içine bakıyorum, çevirip ellerimi dışından inceliyorum. nihai kararım, babamın yüzüğü, onla tek bağım yüzük artık yok…
burada daha ne kadar bekleyeceğim. dün de asırlarca beklettiler beni bu kapının önünde,    anlatamıyorum derdimi. üzerimde dolapta bulabildiğim tek şey, o acayip uçuk lila renginde bir eşofman, ayağımda parmak arası bir terlik, nefret ederim, parmağımı acıtıyor, yürüyemiyorum da. adamın teki beni buraya oturttu, bekletiyorlar. Deli gibi bakıyorlar, yoksa delirdim mi? ceza mı bütün olanlar. kim o odadakiler, ne biliyorlar, ne oluyor, yaptıklarımın cezası mı, yoksa yapmadıklarımın mı? gerçekten suçlu muyum. yıllarca her yerde aradım, her antikacı dükkânında ya karşıma çıkarsa diye öldüm öldüm dirildim. bitpazarında bir tezgâhta yüzüğü gördüğümde ölecek gibi oldum, zifiri sonsuz karanlık boşluğun içinde nefessiz kaldım…
kapı açıldı, ne giren ne çıkan, kapı tekrar kapandı. Betül’ün telefonunu alan o cılız, kısa boylu gözlüklü adam nerde? bir telefon numarası çevirmekten bile aciz mi?  hala Betül'ü bulamadılar, ama bana bir imza attırdılar, kalem çok büyük, kâğıt pürüzlüydü. bütün bu olanların anlamı ne? benim suçum mu? neyi imzaladım acaba. imza atmadan okudum mu yazılanları, okuyabiliyor muyum?  ne yaptım acaba, neyin intikamını alıyorlar, ne bu? bu lila eşofman, parmak arası terlik bile bir ceza. kısa boylu, gözlüklü adamlar hep böyle değil mi? dünyaları kendileri yarattı sanırlar. patronum da öyle değil miydi? bildiğim bir şeye benzemiyor olanlar. ne biliyorum ki? kimse yok mu buralarda, yardım edebilecek biri yok mu? sabır edecekmişim, demesi kolay..
hiç de kısa sayılmaz, saçları dümdüz. giyimi sade, renkleri huzur veriyor. yakasında bir oya,. bakışları zarif, anlamlı, ciddi, yok sıcak. içten birine benziyor. iyi hissettirdi. annem de oya takardı. anlatıyor. çok mu alçak sesi? söylenenleri hiç duyamıyorum. çok uzaklardayım sanki, yolun kıyısında. “Betül” dedi, kalbim yerinden fırlayacak gibi. tamam olay çözülüyor artık, diyorum. sesim anlamsız, anlaşılmaz. Betül Uçal ile konuşmuş. evdeymiş eşi Adnan Uçal ile yemekteymişler. başım dönüyor. bir uçurumdan aşağı yuvarlanıyorum. elim bir kadının avucunun içinde.
gözümü açtım, yataktayım, oda bembeyaz, kolumda serum, başım dayanılmaz ağrıyor. yanı başımda bir kadın, dışarıya bakıyor, sırtından tanırım, Betül değil, ahhhh, nerde o, gitti mi, gözlerimi sıkıca kapatıyorum, hiç geldi mi? partiye beraber gitmiştik, o istedi diye, sadece onun için. kadın seziyor uyandığımı, dönüyor, eli elime değiyor. yakasında bir oya.
anlatıyor. bir sürü sözcük, bazıları kısa, diğerleri upuzun, aralarında sessizlik. yeğenlerimle konuşmuş, dün bütün gün dayılarıyla birlikteymişler. partiye girerken sürüyle fotoğrafımızı çektiler ya diyeceğim, genel müdürüm ile konuşmuşlar. Adnan Uçal iş seyahatindeymiş, iki hafta sonra dönecekmiş. flaşlar patlayınca, renklerin tamamı soluyor. gözlerim kapalıyken hissediyorum kadını, göğsündeki oyayı. hep mi burada? 
imkânsız olanı …………..
………………. düşmanla savaşmak
en dayanılmaz ……………..   dayanmak………..”
-  bugün bana söyleyeceğiniz o çok önemli şey neydi,
-  nene’ni bulduk.
-  burada mı nenem, geldi mi,
-  hayır, köyde!
-  evinin önünde çardak var mı, bahçede incir ağacı,
-  saatçi Ali’yi gördünüz mü,
-  Ayşe iyi bakıyor mu, neneme, kızı ama sevmem ben onu.
-  nenem nasıl, sağlığı.

anlattım mı daha önce, en büyük hayalimdi köyüne gitmek, onun yanına. hep özledim sıcaklığını, çardağının altında, onun dizinin dibinde, ufak bir çocuk gibi.  o kafamı okşasın, ben öyle yatayım istedim. olmadı yapamadım, hayallerimin peşinden gidemedim. hayallerimin hepsini kaybettim, düşürdüm yollarda.
biliyorum, beni severdi. beni sevdiğine inandığım tek insandı. Terliklerini sürümesi bile beni rahatlatırdı. beyaz yemenisi başında değil mi? saçları kınalı mı hala? hemen gitsem yanına, gidebilir miyim? hatırladı beni, değil mi? o da aynı şeyler anlattı değil mi? inandınız değil mi söylediklerime, inandınız değil mi bana, var olduğuma? ikna oldunuz artık değil mi? çeşmenin üzerindeki evimizi hatırlıyor mu, anamı babamı anlattı size, değil mi? babamı severdi, anlattı mı babamı size? ya kardeşimi?
saatimiz doldu demek, nefret ediyorum bu saatten, bu kurallardan! çıldırtmak mı istiyorsunuz beni? size inat çıldıracağım, hatta uçacağım, görürsünüz….
yarın mı görüşeceğiz, bilmiyorum, belki…
bir kağıt lütfen, nenemin adresini yazacağım, bir de kalem? hemen şimdi evet hemen yola çıkmalıyım.
peki, anladım, yarın, yarının önemi ne?

Aradan herhalde dört sene geçti. Odasına girerken yine heyecanlanıyorum. Ayakta bekliyor her zamanki gibi, oturuyoruz. Sessizlik, yine zorlanıyorum. Gülümsüyorum, gülümsüyor. İnce sigaralarından birini çıkarıyor, parmaklarının arasında gezdiriyor ve yakıyor. Hareketleri oldukça yavaş, yine bana zaman kazandırmaya çalışıyor…  
Betül’le ayrıldığımızı biliyor mu? Yeğenlerimi mi anlatsam? Yakasındaki oyayı hiç görmemiştim. Renkleri giysilerine çok yakışmış, huzur veriyor.  
Orada oturup kim olduğumu kanıtlamaya çabalarken, kapının bu tarafıyla öbür tarafı arasında tam iki yıl fark olduğunu nasıl bilebilirdim ki? Kim açıklayabilir nasılını, nedenini. Olanları olduğu yerde bırakmayı öğreniyorum galiba.
- Yakanızdaki oya döndürdü beni hayata, söylemiş miydim?
- Bence nenen dönüm noktasıydı.  
- Kitabımı getirdim size. Size yazdığım mektubu belki hatırlarsınız, bu yolculuğun ilk adımıydı o mektup.
- Tabii hatırlıyorum, bu arada uçmayı öğrendin galiba.
- Evet, artık tehlike yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder